Yukarı bakın, şairler, güneşe! Pan, Pan öldü.
İnsanları oyunları ve çalgısıyla ayartan Arkadia’lı büyü ve şehvet tanrısı, libidonun ve taşkın erkek cinselliğinin sembolü, disiplinsiz yaratımın vücuda gelmiş hali ve Eski Yunanlı çobanların taptığı ve büyüyü onun aracılığı ile öğrendiği büyük tanrı Pan.
Rivayete göre Beytüllahim’in çobanları İsa’nın doğumunu haber aldıklarında bütün yunan adalarını dolaşan bir inilti büyük Pan’ın öldüğünü haber salmış. Olimpus tanrıları da bir anda topyekün tahtlarından ediliverilmiş. Yine de içlerinden sadece birisi, Pan, öldürülmek üzere seçilmiş. O kadar tanrı arasından neden Pan? Bu konuda yapabileceğimiz en iyi şey kimi tesadüfi kimi belirli ilişkilerin altını çizmekten ibaret. Milton başlıktaki alıntıda güneşe, Apollon’un parıldayan arabasına bakmalarını istiyor şairlerden. Ne yazıyor peki gerçekte gökyüzünde? Gündönümü ile birlikte İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişinden başka İsa’nın kurban edilişine, günahlarımızı yüklenmesine tanık ediliyoruz o günlerde. Bir madalyonun iki yüzü gibi. İki kurban tanrı, iki günah keçisi. Bugüne kadar çoğunlukla madalyonun bir yüzüne bakıldı, oysa diğer tarafında Pan bildiğimiz insanı paniğe sevkeden muzipliği ile her zaman bekliyordu kendisini arayanları. İsa ile Pan’ı madalyonun farklı görünümleri olarak sunmak ne kadar doğru olur bilinmez. Yine de birinci yüzyılda ölümü kayıtlara geçirilmiş bir tanrı Pan. Roma İmparator’u Tiberyas’ın hüküm sürdüğü zamanda öldüğünü biliyoruz. Bu aynı zamanda İsa’nın öldüğü zamana denk geliyor ve tam da bu zamanda, herşeyin tanrısı olarak ilan ediliyor Pan. Pan aynı zamanda herşey anlamına geliyor. Bu ilginç ilişki İsa’nın Pan’ın mağarasını ziyaretiyle daha ilginç hale geliyor. Suriye ile Lübnan sınırında yer alan Hermon dağı eskiden beri düşmüş meleklerin toprağı olarak biliniyordu ve o haliyle de yunan mitolojisinin (sonraki dönem dinlerinin de) en önemli esin kaynaklarından birisi olagelmişti. Hermon ismi haberci tanrı Hermes’e esin olurken, Hermes bu dağda Pan isminde bir oğul ediniyordu. İncil’e göre İsa da bu mağarayı ölümünden evvel ziyaret etmiş ve burada dönüşümünün ardından tanrının oğlu sıfatını almıştı. Efsaneye göre Pan mağaranın eşiğinde ölmüş olanları bekler ve Hermes buradan geçenleri Hades’e götürürdü. İsa da ölüm haberini burada alacaktı. Bu ilişki daha sonraları Pan’ın kötülüğün sembolü Şeytan’a dönüşümü ile sonuçlanacak tabi ki.
Pan gibi daha basit Yunan topluluklarının tanrılarına baktığımızda doğalarının sıklıkla belirsiz olduğunu ve bazen de işlevsel olarak sınırlı olduklarını farkederiz. Hatta Pan için konuşursak tek bir Pan’ın değil birden fazla Pan’ın olduğunu bile düşünebiliriz.
Genel olarak Pan’ın fonksiyonuna baktığımızda da en önemli görevinin çobanların işlerinin iyi gitmesini sağlamak diyebiliriz. Bunun da anlamı tabi ki çoban sürülerinin daha çok çiftleşmesi ve daha çok üremesidir. Sürülerse çoğunlukla keçi olmak üzere koyun ve ineklerden oluşmaktadır. Bir keçi sürüsünün çoğalmasında kim aktif rolü üstlenmiştir diye sorarsak bunun erkek keçi olduğu oldukça açıktır ve tanrısal bir erkek keçi de hemen hemen bu çobanların gözünde Pan’ın olması gereken haliydi. Bu da bir şekle sokulduğunda çoğunlukla bedeni keçinin bacaklarına ve sakalına sahip olmasını açıklıyordu. Sonraki dönem mitoliji yazarları bu tanrıyı kendi soy ağaçlarına yerleştirmiştir. Hermes’in yer aldığı Arkadia’da geçen bir hikayede Hermes Driyops isimli ilk yeşil adamın koyunlarını otlatmaktaydı ve bunu yaptığı sırada yörenin perilerinden (nymph) birisine aşık olmuştu. Sonuç olarak hermetik arzu tatmin oldu ve sihirli bir çocuk dünyaya geldi. Bir keçinin bacaklarına ve boynuzlarına sahip gülen ağlayan bir çocuktu.
Annesi doğumun ardından gördüğü manzara karşısında büyük bir korkuya kapılarak kaçtı ve çocuğu emzirecek kimse kalmamıştı. Hermes çocuğu aldı ve Olympus’a çıkardı ve çocuğunu diğer tanrılarla takdim etti. Başta Dionisus olmak üzere tanrılar çocuktan oldukça hoşlandı lar ve hepsi birden ona Pan (herşey) olarak hitap etti çünkü hepsi de ondan memnun kalmıştı.
Aslında tek bir Pan’dan bahsetmek yanlış olur. Pan’ın dünyaya geliş hikayesine göre Pan en genç tanrılardan birisidir. Fakat Pan bu hikayeden evvel de var olduğundan her jenerasyonun kendi Pan’ı vardı diyebiliriz. O Zeus’la birlikte Titanlara, Typhon’a karşı savaşmış aynı zamanda Zeus ve Kalisto’nun bir oğlu olmuştu. Bütün bunlar Pan’ın değişik isimlerle anılmasına yol açtı; Babasının kim olduğuna göre Titanopan, Diopan, Hermopan ya da tanrı bir soy ağacına yerleştirilmek istenmiyorsa Aegipan onun diğer adları olmuştur.
Yıldızlarda Yazılı Olan
Bugün takım yıldızı capricorn olarak bildiğimiz aslında Aegocerus (keçi boynuzu) ile ilişkili olup Pan’ın isimlerinden birisi olan Aegipan’la da ilişkilidir. Aegocerus’un panikos adı verilmiş trampet’i bulmuş olduğu düşünülür ve bu kelimeden de panik kelimesi meydana gelmiştir. Efsaneye göre trampetin sesi Titanların panik halinde kaçışmasıyla sonuçlanmştır.
Titanlar Zeus ve diğer Olympus’lu tanrılar tarafından alt edilmiş olup yeni tanrılar haline gelmiştir. Bu gerçekleştiğinde Olympus’lu tanrılar insan formları almaya karar vermişlerdir ki bu da insanlarla tanrıların birbirine kolayca karışmasına neden olabileceğinden oldukça riskli bir karardır.
Hyginus’a göre bazılarına göre, özellikle Mısırlıların anlatımları dikkate alınırsa tanrılar Nil nehrinde toplandıklarında Typhon isimli dev bir yaratık onlara saldırmıştı. Bunun üzerine korkan tanrılar kendilerini çeşitli şekillere soktular: Zeus bir koça; Apollo bir kuzguna, Hermes bir kelaynağa, Artemis de kediye. Mısırlılar bu hayvanların kutsal olduğunu düşünmüştür, çünkü onlar aslında tanrıların görüntüsüdür. Typhon’un saldırısı sırasında Pan, Nil nehrine atlamış ve kurtulmak için suda kalan kısımlarını balığa karada kalan kısımlarını da keçiye dönüştürmüştü. Bunu zekice bulan Zeus bu görüntüyü daha sonra yıldızların arasına yerleştirmiştir. Lucian’a göre bu hikaye Mısırlılar tarafından hayvanlara tapınmayı açıklamak için yazılmıştı. Romalılar da Yunanlılar da, Mısırlıların hayvanlara tapınmasına karşı oldukça önyargılı durdular ve bunun barbarca olduğunu düşündüler.
Mendes Keçisi – Şeytanın İşaretleri
Nectanebo 30. Hanedanlığın kralı olarak Perslilerle Mendes’de giriştiği savaşı kazandığında bu bölgenin tanrısı olan Min’e de sonsuza dek bağlılığını vermiş oldu. Bölge tanrı Min’in ve koçunun şehri olarak kutsal ilan edildi ve Nectanebo aynı bağlılığı Yunan topraklarına kaçtığında da beraberinde götürecekti. Yunanlılar Nectanebo’nun tanrısını Pan olarak düşündüler ve Min’in şehrini de Panopolis olarak adlandırdılar. İskender’den sonra da bölgenin hükümdarları Min’i Mısır’ın Pan’ı olarak tanıdı ve keçiye tapına bölgenin koçu ile de karışmış oldu böylelikle. Bu durum Mendes Keçisi kültünün de doğumuna yol açacaktı; yani Hristiyanların bakış açısından şeytanın vücut bulmuş haline. Şeytanla ilişkilendirilecek keçi tanrı, kültünün merkezi Mendes tapınağı olan Min (diğer adı ile Khem)’den türedi. Pan olarak değişime uğraması onun ortaçağda Pan-khem olarak kilise eziyetinden kurtaran bir tanrıya dönüşmesine de neden olacaktı. İngiltere’de Puck olarak da ortaya çıkmıştı Pan-Khem. Bugün hala kullanılan ‘speak of the devil'(şeytandan bahsedersen gelir) deyimi de onun zamanından kalmaydı. Kilise tabi ki bu inanca sahip olan herkesi daha sonra öldürecekti.
Min Mısır’da bereketlilik ve büyüme ile ilişkilendirilmişti. Keçiler tarihte bir çok yerde ve zamanda bereketliliğin sembolü haline geldi. Bereket sembolü ve dini ritüellerin odak noktası olarak keçi tapınışı Sümerlere kadar gitmektedir aslında. Boynuzlu tanrı aynı zamanda Enki’dir ve boynuzlu tanrının takım yıldızı olan capricorn “Güneş’in Güney Kapısı” adı verilen ekinoks zamanıdr. Mendes Keçisi de tapınılan keçilerden birisi olmuştu. Keçiler ve koçlar binlerce yıl önce mısırın çeşitli şehirlerinde tapınılmaktaydı. Özellikle boynuzlar tanrı veya tanrıçaların ortak özellikleri olmaktaydı.
Keçi Babilliler zamanında da tanrı “Ea” olarak bilinmekteydi. Ea sınırsız zekanın temsili idi, aynı zamanda insanlığa bilgi ve medeniyeti getirmesiyle tanınmıştı. Yılan şeklindeki temsili nedeniyle daha sonraları cennetteki hayat ağacında insanlığı cehaletteki mutluluk yerine bilgiye sevkeden yılan olacaktı. Ea ne zaman dünya üzerinde ortaya çıksa bir keçinin formunu almaktaydı. M.Ö 15.000 yıl kadar evvel keçi derilerinin giyilip adına kutlamalar yapıldığı düşünülmektedir. Bu tanrıya karşılık olarak Mısır’da bilgelik ve yılanların tanrısı olan Ptah gösterilebilir. Ptah’da aynı şekilde Min’in diğer bir formudur. Aslında sembolik hayvanı boğa olmasına rağmen daha sonraları Amon (sembolü keçi olan) ile kaynaşması Min’den Pan’ın meydana geldiği anlamına geliyor. Min’in fallusu da aynı Pan’ın ki gibi belirgindir, siyahtır, Min de bereketi korur ve Pan gibi doğada vaktini geçirir. Khem bir çok şekilde karşımıza çıkmasına rağmen genellikle erkek insan formunda belirtildi kendisi ve de sol eliyle erekte olmuş penisini tutardı. Khem ya da Min adıyla (pan gibi) bereketliliğin tanrısıydı. Khnum adıyla ise de herşeyin yaratıcısı, ‘tanrıların ve insanların yaratıcısı’ idi.
Khem Herodota göre tapınılan ilk 8 tanrıdan birisidir. Khem halinde Pan, Mendes şehrinde kara bir keçi tanrı olarak tapınılmıştı, Mısır’ın güney bölgelerinde ise Min halinde yaşamaktaydı. Khem zamanla Mısır’ın baş tanrısı haline getirildi. Khem aynı zamanda Nil’in etrafındaki kara toprak anlamına geldiğinden bütün Mısır anlamına da gelmeye başladı. Başkent olarak seçilen şehirlerden birinin adı Khem’in keçi formuna atıfa bulunacak şekilde Khemmi konulmuştur. Yunanların Panopolis olarak tanıyacağı şehir de budur. Diğer bir ilginç nokta ise Khem’in arapça’da simya sözcüğüne kaynaklık edecek olmasıdır. Hristiyanlar düzenli şekilde Min’in tapınaklarını tahrip etmişti ve sadece belden yukarı fotoğraflarını çemişlerdi. Ya da bu mümkün değilse ereksiyon halindeki penisi örtmek için başka bir yol bulmuşlardır. Aslında Min eski Mısırlılar için utanılacak bir varlık değildi. Belki de hava koşullarının da etkisiyle tarlalarda çalışanlar belirli bir yaşa kadar çoğunlukla bir şey giymezlerdi (ya da çok az giyinirlerdi).
Keçi tanrılar Mısır’da özellikle erkeklik gücünü temsil etmesi ile biliniyordu. Bunlardan kuzeydeki bir kültün tanrısı olan Banebcedet’in sıfatlarından birisi de cinsel hazların efendisi manasına gelmekteydi. Yunan yazarlar Mendes’de bir keçinin bereket tanrısı olarak şereflendirildiğini ve bunun da Pan olarak tanımlandığını bildirmişlerdir. Herodot bize keçilere orada ne kadar saygı duyulduğundan ve bir kadının nasıl onunla birleştiğinden bahseder. Mendes’deki kültün özellikle cinselliği ifade ediş biçimi ilk hristiyanların pek hoşuna gitmemişti ki bu daha sonra keçi başlı şeytan figürünün batı geleneğine büyücülerin boynuzlu kralı olarak yerleşmesi manasına gelecekti.
Hristiyan propagandasına alet edilecek bir diğer nokta da İncil’de geçen Ham’in hikayesidir. Ham bilindiği gibi Nuh’un oğullarından biriydi. İncil’de geçen efsaneye göre Ham babasıyla yaşadığı homoseksüel bir tür ilişki sebebiyle lanetlenmişti. İncil Ham’den çoğu yerde aynı zamanda Mısır olarak bahseder.
İsa ve Şeytan
Milattan sonra 4.yy’dan kalan resimdeki eserde Dionysus’u Pan’a eşlik ederken görüyoruz. Bu eserde de görüleceği gibi her ikisinin de başlarında birer kutsal hale bulunuyor. Bu eserin ilginç yanı 4.yy’da yaratılmış olması. Bu da bize Hristiyan döneminde de Pan’ın bütün Akdeniz’de kültünün devam ettiğini söylüyor. Bunun gibi eserler daha çok İskenderiye, Atina, Bergama ya da Efes gibi Pan’ın en çok tanındığı merkezi şehirlerle sınırlı kalmıştır.
Sonuç olarak eski dinin tanrıları yeninin şeytanları olacaktı. İsa’nın hayatı da Kudüs’ün güneyinde son bulmuştu. Ölümü de kendi adıyla yeni bir dinin doğduğunun habercisi oldu. Bu yeni din büyüyüp genişlendiğine eninde sonunda rakipleriyle de karşılaşması da kaçınılmazdı. İşte halihazırda kendi tanrılarından memnun olan halk birdenbire günahkar, kafir ve ‘tek gerçek’ tanrının düşmanı haline gelmişti. Paganizm ve Hristiyanlık çarpışmak zorunda kaldı. Bu süreçte Pan da hristiyanlar tarafından Paganizmin lideri ilan edildi ve çok geçmeden de Hristiyan Şeytan haline dönüştürüldü. Fakat tüm bunlar olmadan zaten Pan’ın bir tanrı olduğunu da hatırlayalım. Peki neydi bu gülüp eğlendiren tanrıyı hristiyanların gözünde iğrenç kılan? Neresindeydi bu şeytan? Akla ilk gelen Pan’ın cinselliği oluyor. Öteden beri bir çok periyi baştan çıkardığı biliniyordu. Echo, Pan’ın peşinde sesten ibaret bir varlığa dönüştü. Yüzüne bakmayan ay tanrıçası Selene’yi beyaz koç derisi içerisinde ayartmıştı. Dionysus’un bütün sarhoş maenadları ile beraber olmuştu. Özellike ay tanrıçasını şekil değiştirerek ayartması hristiyanların gözünde şeytanın başka kılıklara girip baştan çıkarma kabiliyeti olduğu inancına dönüştü. 185-214 arasında yaşamış peder Origen’in anlattığı Şeytan ile Pan arasındaki benzerlikler oldukça açıktır. Pan ruhun özgürlüğünü, doğal güdüleri, günahsız aşkı temsil ediyordu. Hristiyanlığın icatından evvel dünyanın çeşitli yerlerinde kadınlar hala özgürdü, katı ahlaki kurallarla ezilmemişti. Bu nedenle de yeni din ulaştığında kadınlar günahkar olarak tanımlandı. Hristiyanlığı yaratanlara göre Pan’ın özellikleri olan ruhun özgürlüğü ve doğaya karşı sevgi ancak Şeytan’ın işi olabilirdi.
Pan ve kadınlar müttefikti, arkadaştı, sevgiliydi. Utanma, suçluluk duyguları yoktu. Suçluluk ilk dönem hristiyan inancının köşe taşlarından biri olagelmişti. Kadınlar sadece kadın olduklarından dolayı suçluydu. Aziz Clement’in sözleri ile
“Her kadın sadece kadın olduğu düşüncesinden dolayı utanma duygusu ile bocalamalıydı.”
Paganların ise suçluluk duygusu, utanması, bir günah algısı yoktu. Böylece Pan suçun en iyi örneği, günahın vücuda gelmiş hali ve insanın en büyük zayıflığının yani seksin sembolü haline getirildi. Açıkçası kendinden önceki tanrı ve tanrıçalar gibi Pan da ya başka bir düşünce ile kaynaştırılacak ya bastırılıp saklanacak ya da özünden değiştirilecekti. Hristiyanlar herhangi bir şeyi değiştiremeden Pan’ı kendi alanlarına Şeytan olarak kabul etti. Pan yok edilemedi çünkü çok sayıda insan tarafından bilinip sevilmekte ve tapınılmaktaydı hala. İnsanların aklından ve kalplerinden sökülemedi, bu sebeple de yapabilecekleri tek şey kötüleştirmekti ve böyle de oldu. Hristiyanların bu eylemi her yerde hissedilirken tepkiler de birbirinden değişikti. Hristiyan tanrının Pan’ı öldürdüğü bildirildi.
Pan’ın Ölümü
Yunan tarihçi Plutark, Pan’ın ölümü hakkında bize aşağıdakileri iletmiştir.
“Epitherses … Bir keresinde bana İtalya’ya yaptığı bir seyahat için yük ve yolcu taşıyan bir gemiye bindiğinden bahsetmişti. Ekinades Adaları’na gelindiğinde neredeyse akşam olmuştu, rüzgar dindi ve gemi Paxi’ye doğru sürüklenmeye başladı. Neredeyse herkes uyanıktı ve büyük çoğunluk henüz akşam yemeğinden kalma şarabı bitirmemişti. Aniden Paxi adasından bir sesin Thamus’a seslendiği işitildi, herkes şaşkındı. Thamus Mısırlı bir kaptandı, ve gemideki çoğu kişi tarafından bile tanınmıyordu. İki kere seslendi ses, bir yanıt alamadı. Üçünde de cevap verdi Thamus ve seslenen sesini yükselterek aynen şunları iletti, “Palodes’in karşısına geldiğinizde duyurun, Yüce Pan öldü.” Bunu duyduklarında, hepsi, dedi Epitherses, hayretler içindeydi ve aralarında denileni yapıp yapmamanın sonuçlarını tartışmaya başlamışlardı. Mevcut koşullarda Thamus eğer bir meltem eşlik ederse sessizce geçmeyi, ama eğer rüzgar olmaz ise denileni yapmaya karar verdi. Böylece Palodes’e geldiklerinde ne bir rüzgar ne de bir dalga buldular. Thamus karaya bakarak geminin kıç tarafından duyduğunu nasıl duydu ise seslendi. “Yüce Pan öldü.” Daha dediklerini bitirmeden içler acısı feryatlar işitildi, bir kişiden değil, şaşkın haldeki çokları aynı durumdaydı. Gemide çok kişi bulunduğundan hikaye kısa zamanda Roma’ya ulaştı ve Thamus imparator Tiberius tarafından çağırıldı. Tiberius hikayenin doğruluğundan sarayındaki bilginler aracılığı ile de emin oldu.”
Hikayede göze çarpması gereken nokta Pan’ın ölümünün İsa’nın ölümünden (ya da tarihteki başka bir tanrının) daha fazla tanığı olmasıdır.
Bu miti gerçekten ciddiye alan Plutark’ın hayatı milattan sonra 45-125 yılları arasında geçmişti. Bu da incil’in yazılma zamanına denk düşmektedir. Pan’ın ölümüyle ilgili spekülasyonlar Rönesans ve sonrasında da süregitmişti. Rabelais Pan’ın İsa olduğunu söylüyordu; Pan, herşey anlamına geliyordu ve İsa insanlığın ‘herşey’i idi. Kimi de İsa ile Pan’ın aynı rütbeden birbirine denk varlıklar olduğunu ve birinin ölümünün diğerini de etkileyeceğini düşünüyordu. Tüm bunlar bir dönemin nasıl düşündüğünü özetliyordu. Büyük çoğunluk için bu paganizmin sonunun başlangıcıydı. Tüm bunlar Pan’ın aslında hiç ölmediğini göstermektedir. Olsa olsa bu erken dönem hristiyanlarının istek dolu düşüncelerini oluşturmaktaydı. Pan’ın ölümü ardından gelecek değişimin umutlu bekleyişiydi aynı zamanda.
Büyük Pan öldü! Onlar için bu herşeyin bitişiydi, sadece eski bir inancın kaldırılıp atılması değildi bu. Kilise rahipleri “yakında, çok yakında” diye geçirirken içlerinden kendi tanrılarının şehri hariç diğerlerinin yok olmasını hayal ediyordu. Roma İmparatorluğu’nun dağılması ve barbarların istilası bu duyguları sokuyordu Aziz Augustine’in aklına.
Bu yıkım fikri bir yana, eski tanrılar ısrarlı biçimde kendi mekanları olan ırmaklarda, ağaçlarda ya da kayalarda yaşamak için kiliseye direnmeye devam ediyorlardı. Bir türlü sökülüp atılamıyorlardı. Peki kim olabilirdi hala bu tanrıların var olduğunu iddia eden? Tabi ki kendisiyle çelişmek durumunda kalan kilisenin kendisi. Önce öldüklerini iddia edip, sonra ölmediler diye gerçek doğalarını gizlemek adına bir kılıf geçirmekti tanrılara yaptıkları. İşte bu kılıf geçirme hareketiyle kötüledikten sonra Pan’ın doğası ve özellikleri tek tek Şeytan figürüne yansıtılmaya başlandı. Pan sadece bir kez değil defalarca ölmüştü kiliseye göre, defalarca öldüğü iddia edildi ama o her zaman hayatta kalmıştı. Kimse bir anda hristiyanlaşmadı, çokları hristiyan olmayı reddedip kendi tanrılarına tapınmayı sürdürdü. Keltler Pan’ı oldukça andıran boynuzlu bir tanrıya tapınmaya devam ettiler örneğin ve kıtada daha çokları yunan-roma tanrılarına tapıyordu. Gerçekte böyle bir direniş olmasına rağmen tarihte insanların toplu olarak din değiştirmesi ancak sadece hükümdarlarının hristiyanlığı seçmesiyle açıklanabilirdi. Yani halk aslında başka bir dini yaşamaya devam etse de kanunen, kağıt üzerinde insanlar hristiyan olarak gösterilebilirdi. Bu o zamanlar için oldukça tipik bir durumdu. Bütün bunlar boynuzlu tanrının hristiyanlar için ciddi bir rakip olduğunu göstermektedir. Hristiyanlar bu nedenle pagan dinlerine inananları büyücüler şeklinde damgaladı, tanrılarına şeytan adını verdi ve tapınaklarını kiliseler haline getirdi. Bu süreçte ölüm bir yana şeytanın varlığı her zamankinden daha fazla hissedildi. 6. Papa Paul’ün kendi sözleriyle
“Bu karanlık ve rahatsız edici varlığın gerçekten var olduğunu ve hala haince planlar peşinde olduğunu biliyoruz.”
Bu açıklama 1973 senesinde yapılmıştı. Bu geleneksel açıklama aynı haliyle bugün de savunulmaktadır.
Kaynaklar:
http://www.netdoor.com/com/umcos/Pan&Hermes.html
http://vassun.vassar.edu/~jolott/old_courses/crosscurrents2001/blackathena/mythology.html
http://www.thanasis.com/pan.htm
http://www.bibliotecapleyades.net/dragons2/esp_sociopol_lordring01.htm
http://www.theendtimesobserver.org/archives/index.php?id=411
The Jesus legend kitap
http://www.whitedragon.org.uk/articles/pan.htm
http://www.tribwatch.com/hermes.htm
http://www.theoi.com/Georgikos/Pan.html
http://horoscopes.lovetoknow.com/Constellation_Capricorn
http://blogs.myspace.com/index.cfm?fuseaction=blog.view&friendID=84945367&blogID=232892479
http://www.arcane-archive.org/religion/satanism/an-overview-of-satanic-symbols-1.php
Body, Mind & Spirit kitap
Egyptian mythology: a guide to the gods, goddesses, and traditions of ancient egypt kitap
http://www.angelfire.com/empire/serpentis666/Goat.html