Karma / Tarih

Yüce Pan Öldü!

Pan3

Yukarı bakın, şairler, güneşe! Pan, Pan öldü.

İnsanları oyunları ve çalgısıyla ayartan  Arkadia’lı büyü ve şehvet tanrısı, libidonun  ve taşkın erkek cinselliğinin sembolü,  disiplinsiz yaratımın vücuda gelmiş hali ve Eski  Yunanlı çobanların taptığı ve büyüyü onun  aracılığı ile öğrendiği büyük tanrı Pan.

Rivayete göre Beytüllahim’in çobanları İsa’nın  doğumunu haber aldıklarında bütün yunan  adalarını dolaşan bir inilti büyük Pan’ın  öldüğünü haber salmış. Olimpus tanrıları da  bir anda topyekün tahtlarından ediliverilmiş.  Yine de içlerinden sadece birisi, Pan,  öldürülmek üzere seçilmiş. O kadar tanrı  arasından neden Pan? Bu konuda yapabileceğimiz en iyi şey kimi tesadüfi kimi belirli ilişkilerin altını  çizmekten ibaret. Milton başlıktaki alıntıda  güneşe, Apollon’un parıldayan arabasına  bakmalarını istiyor şairlerden. Ne yazıyor  peki gerçekte gökyüzünde? Gündönümü ile  birlikte İsa’nın ölümü ve yeniden dirilişinden  başka  İsa’nın kurban edilişine, günahlarımızı  yüklenmesine tanık ediliyoruz o günlerde. Bir  madalyonun iki yüzü gibi. İki kurban tanrı,  iki günah keçisi. Bugüne kadar çoğunlukla  madalyonun bir yüzüne bakıldı, oysa diğer  tarafında Pan bildiğimiz insanı paniğe  sevkeden muzipliği ile her zaman bekliyordu  kendisini arayanları. İsa ile Pan’ı madalyonun  farklı görünümleri olarak sunmak ne kadar  doğru olur bilinmez. Yine de birinci yüzyılda  ölümü kayıtlara geçirilmiş bir tanrı Pan. Roma  İmparator’u Tiberyas’ın hüküm sürdüğü zamanda  öldüğünü biliyoruz. Bu aynı zamanda İsa’nın  öldüğü zamana denk geliyor ve tam da bu  zamanda, herşeyin tanrısı olarak ilan ediliyor  Pan. Pan aynı zamanda herşey anlamına geliyor.  Bu ilginç ilişki İsa’nın Pan’ın mağarasını  ziyaretiyle daha ilginç hale geliyor. Suriye  ile Lübnan sınırında yer alan Hermon dağı  eskiden beri düşmüş meleklerin toprağı olarak  biliniyordu ve o haliyle de yunan  mitolojisinin (sonraki Hermon dağıdönem dinlerinin de) en  önemli esin kaynaklarından birisi olagelmişti.  Hermon ismi haberci tanrı Hermes’e esin  olurken, Hermes bu dağda Pan isminde bir oğul  ediniyordu. İncil’e göre İsa da bu mağarayı  ölümünden evvel ziyaret etmiş ve burada  dönüşümünün ardından tanrının oğlu sıfatını  almıştı. Efsaneye göre Pan mağaranın eşiğinde  ölmüş olanları bekler ve Hermes buradan  geçenleri Hades’e götürürdü. İsa da ölüm  haberini burada alacaktı. Bu ilişki daha  sonraları Pan’ın kötülüğün sembolü Şeytan’a  dönüşümü ile sonuçlanacak tabi ki.

Pan gibi daha basit Yunan topluluklarının  tanrılarına baktığımızda doğalarının sıklıkla  belirsiz olduğunu ve bazen de işlevsel olarak  sınırlı olduklarını farkederiz. Hatta Pan için  konuşursak tek bir Pan’ın değil birden fazla  Pan’ın olduğunu bile düşünebiliriz.

Genel olarak Pan’ın fonksiyonuna baktığımızda  da en önemli görevinin çobanların işlerinin  iyi gitmesini sağlamak diyebiliriz. Bunun da  anlamı tabi ki çoban sürülerinin daha çok  çiftleşmesi ve daha çok üremesidir. Sürülerse  çoğunlukla keçi olmak üzere koyun ve  ineklerden oluşmaktadır. Bir keçi sürüsünün  çoğalmasında kim aktif rolü üstlenmiştir diye  sorarsak bunun erkek keçi olduğu oldukça  açıktır ve tanrısal bir erkek keçi de hemen  hemen bu çobanların gözünde Pan’ın olması  gereken haliydi. Bu da bir şekle sokulduğunda  çoğunlukla bedeni keçinin bacaklarına ve  sakalına sahip olmasını açıklıyordu. Sonraki dönem mitoliji yazarları bu tanrıyı  kendi soy ağaçlarına yerleştirmiştir.  Hermes’in yer aldığı Arkadia’da geçen bir  hikayede Hermes Driyops isimli ilk yeşil  adamın koyunlarını otlatmaktaydı ve bunu  yaptığı sırada yörenin perilerinden (nymph)  birisine aşık olmuştu. Sonuç olarak hermetik  arzu tatmin oldu ve sihirli bir çocuk dünyaya  geldi. Bir keçinin bacaklarına ve boynuzlarına  sahip gülen ağlayan bir çocuktu.

Annesi doğumun ardından gördüğü manzara  karşısında büyük bir korkuya kapılarak kaçtı  ve çocuğu emzirecek kimse kalmamıştı. Hermes  çocuğu aldı ve Olympus’a çıkardı ve çocuğunu  diğer tanrılarla takdim etti. Başta Dionisus  olmak üzere tanrılar çocuktan oldukça hoşlandı  lar ve hepsi birden ona Pan (herşey) olarak  hitap etti çünkü hepsi de ondan memnun  kalmıştı.

Aslında tek bir Pan’dan bahsetmek yanlış olur.  Pan’ın dünyaya geliş hikayesine göre Pan en  genç tanrılardan birisidir. Fakat Pan bu  hikayeden evvel de var olduğundan her  jenerasyonun kendi Pan’ı vardı diyebiliriz. O  Zeus’la birlikte Titanlara, Typhon’a karşı  savaşmış aynı zamanda Zeus ve Kalisto’nun bir  oğlu olmuştu. Bütün bunlar Pan’ın değişik  isimlerle anılmasına yol açtı; Babasının kim  olduğuna göre Titanopan, Diopan, Hermopan ya  da tanrı bir soy ağacına yerleştirilmek  istenmiyorsa Aegipan onun diğer adları  olmuştur.

Yıldızlarda Yazılı Olan

Bugün takım yıldızı capricorn olarak  bildiğimiz aslında Aegocerus (keçi boynuzu)  ile ilişkili olup Pan’ın isimlerinden birisi  olan Aegipan’la da ilişkilidir. Aegocerus’un  panikos adı verilmiş trampet’i bulmuş olduğu  düşünülür ve bu kelimeden de panik kelimesi  meydana gelmiştir. Efsaneye göre trampetin  sesi Titanların panik halinde kaçışmasıyla  sonuçlanmştır.

Titanlar Zeus ve diğer Olympus’lu tanrılar  tarafından alt edilmiş olup yeni tanrılar  haline gelmiştir. Bu gerçekleştiğinde  Olympus’lu tanrılar insan formları almaya  karar vermişlerdir ki bu da insanlarla  tanrıların birbirine kolayca karışmasına neden  olabileceğinden oldukça riskli bir karardır.

Hyginus’a göre bazılarına göre, özellikle  Mısırlıların anlatımları dikkate alınırsa  tanrılar Nil nehrinde toplandıklarında Typhon  isimli dev bir yaratık onlara saldırmıştı.  Bunun üzerine korkan tanrılar kendilerini  çeşitli şekillere soktular: Zeus bir koça;   Apollo bir kuzguna, Hermes bir kelaynağa,  Artemis de kediye. Mısırlılar bu hayvanların  kutsal olduğunu düşünmüştür, çünkü onlar  aslında tanrıların görüntüsüdür. Typhon’un  saldırısı sırasında Pan, Nil nehrine atlamış  ve kurtulmak için suda kalan kısımlarını  balığa karada kalan kısımlarını da keçiye  dönüştürmüştü. Bunu zekice bulan Zeus bu  görüntüyü daha sonra yıldızların arasına  yerleştirmiştir. Lucian’a göre bu hikaye Mısırlılar tarafından  hayvanlara tapınmayı açıklamak için  yazılmıştı. Romalılar da Yunanlılar da,  Mısırlıların hayvanlara tapınmasına karşı  oldukça önyargılı durdular ve bunun barbarca  olduğunu düşündüler.

Mendes Keçisi – Şeytanın İşaretleri

Nectanebo 30. Hanedanlığın kralı olarak  Perslilerle Mendes’de giriştiği savaşı  kazandığında bu bölgenin tanrısı olan Min’e de  sonsuza dek bağlılığını vermiş oldu. Bölge  tanrı Min’in ve koçunun şehri olarak kutsal  ilan edildi ve Nectanebo aynı bağlılığı Yunan  topraklarına kaçtığında da beraberinde  götürecekti. Yunanlılar Nectanebo’nun  tanrısını Pan olarak düşündüler ve Min’in  şehrini de Panopolis olarak adlandırdılar.  İskender’den sonra da bölgenin hükümdarları  Min’i Mısır’ın Pan’ı olarak tanıdı ve keçiye  tapına bölgenin koçu ile de karışmış oldu  böylelikle. Bu durum Mendes Keçisi kültünün de  doğumuna yol açacaktı; yani Hristiyanların  bakış açısından şeytanın vücut bulmuş haline.  Şeytanla ilişkilendirilecek keçi tanrı,  kültünün merkezi Mendes tapınağı olan Min  (diğer adı ile Khem)’den türedi. Pan olarak  değişime uğraması onun ortaçağda Pan-khem  olarak kilise eziyetinden kurtaran bir tanrıya  dönüşmesine de neden olacaktı. İngiltere’de  Puck olarak da ortaya çıkmıştı Pan-Khem. Bugün  hala kullanılan ‘speak of the devil'(şeytandan  bahsedersen gelir) deyimi de onun zamanından  kalmaydı. Kilise tabi ki bu inanca sahip olan  herkesi daha sonra öldürecekti.

Min Mısır’da bereketlilik ve büyüme ile  ilişkilendirilmişti. Keçiler tarihte bir çok  yerde ve zamanda bereketliliğin sembolü haline  geldi. Bereket sembolü ve dini ritüellerin  odak noktası olarak keçi tapınışı Sümerlere  kadar gitmektedir aslında. Boynuzlu tanrı aynı  zamanda Enki’dir ve boynuzlu tanrının takım  yıldızı olan capricorn “Güneş’in Güney Kapısı”  adı verilen ekinoks zamanıdr. Mendes Keçisi de  tapınılan keçilerden birisi olmuştu. Keçiler  ve koçlar binlerce yıl önce mısırın çeşitli  şehirlerinde tapınılmaktaydı. Özellikle  boynuzlar tanrı veya tanrıçaların ortak  özellikleri olmaktaydı.

Keçi Babilliler zamanında da tanrı “Ea” olarak  bilinmekteydi. Ea sınırsız zekanın temsili  idi, aynı zamanda insanlığa bilgi ve  medeniyeti getirmesiyle tanınmıştı. Yılan  şeklindeki temsili nedeniyle daha sonraları  cennetteki hayat ağacında insanlığı  cehaletteki mutluluk yerine bilgiye sevkeden  yılan olacaktı. Ea ne zaman dünya üzerinde  ortaya çıksa bir keçinin formunu almaktaydı.  M.Ö 15.000 yıl kadar evvel keçi derilerinin  giyilip adına kutlamalar yapıldığı  düşünülmektedir. Bu tanrıya karşılık olarak  Mısır’da bilgelik ve yılanların tanrısı olan  Ptah gösterilebilir. Ptah’da aynı şekilde  Min’in diğer bir formudur. Aslında sembolik hayvanı boğa olmasına rağmen  daha sonraları Amon (sembolü keçi olan) ile  kaynaşması Min’den Pan’ın meydana geldiği  anlamına geliyor. Min’in fallusu da aynı  Pan’ın ki gibi belirgindir, siyahtır, Min de  bereketi korur ve Pan gibi doğada vaktini  geçirir. Khem bir çok şekilde karşımıza çıkmasına  rağmen genellikle erkek insan formunda  belirtildi kendisi ve de sol eliyle erekte  olmuş penisini tutardı. Khem ya da Min adıyla  (pan gibi) bereketliliğin tanrısıydı. Khnum  adıyla ise de herşeyin yaratıcısı, ‘tanrıların  ve insanların yaratıcısı’ idi.

Khem Herodota göre tapınılan ilk 8 tanrıdan  birisidir. Khem halinde Pan, Mendes şehrinde  kara bir keçi tanrı olarak tapınılmıştı,  Mısır’ın güney bölgelerinde ise Min halinde  yaşamaktaydı. Khem zamanla Mısır’ın baş  tanrısı haline getirildi. Khem aynı zamanda  Nil’in etrafındaki kara toprak anlamına  geldiğinden bütün Mısır anlamına da gelmeye  başladı. Başkent olarak seçilen şehirlerden  birinin adı Khem’in keçi formuna atıfa  bulunacak şekilde Khemmi konulmuştur.  Yunanların Panopolis olarak tanıyacağı şehir  de budur. Diğer bir ilginç nokta ise Khem’in  arapça’da simya sözcüğüne kaynaklık edecek  olmasıdır. Hristiyanlar düzenli şekilde Min’in  tapınaklarını tahrip etmişti ve sadece belden  yukarı fotoğraflarını çemişlerdi. Ya da bu  mümkün değilse ereksiyon halindeki penisi  örtmek için başka bir yol bulmuşlardır.  Aslında Min eski Mısırlılar için utanılacak  bir varlık değildi. Belki de hava koşullarının  da etkisiyle tarlalarda çalışanlar belirli bir  yaşa kadar çoğunlukla bir şey giymezlerdi (ya  da çok az giyinirlerdi).

Keçi tanrılar Mısır’da özellikle erkeklik  gücünü temsil etmesi ile biliniyordu.  Bunlardan kuzeydeki bir kültün tanrısı olan  Banebcedet’in sıfatlarından birisi de cinsel  hazların efendisi manasına gelmekteydi. Yunan  yazarlar Mendes’de bir keçinin bereket tanrısı  olarak şereflendirildiğini ve bunun da Pan  olarak tanımlandığını bildirmişlerdir. Herodot  bize keçilere orada ne kadar saygı  duyulduğundan ve bir kadının nasıl onunla  birleştiğinden bahseder. Mendes’deki kültün  özellikle cinselliği ifade ediş biçimi ilk  hristiyanların pek hoşuna gitmemişti ki bu  daha sonra keçi başlı şeytan figürünün batı  geleneğine büyücülerin boynuzlu kralı olarak  yerleşmesi manasına gelecekti.

Hristiyan propagandasına alet edilecek bir  diğer nokta da İncil’de geçen Ham’in  hikayesidir. Ham bilindiği gibi Nuh’un  oğullarından biriydi. İncil’de geçen efsaneye  göre Ham babasıyla yaşadığı homoseksüel bir  tür ilişki sebebiyle lanetlenmişti. İncil  Ham’den çoğu yerde aynı zamanda Mısır olarak  bahseder.

İsa ve Şeytan

Milattan sonra 4.yy’dan kalan resimdeki eserde  Dionysus’u Pan’a eşlik ederken görüyoruz. Bu eserde de görüleceği gibi her  ikisinin de başlarında birer kutsal hale  bulunuyor. Bu eserin ilginç yanı 4.yy’da  yaratılmış olması. Bu da bize Hristiyan  döneminde de Pan’ın bütün Akdeniz’de kültünün  devam ettiğini söylüyor. Bunun gibi eserler  daha çok İskenderiye, Atina, Bergama ya da  Efes gibi Pan’ın en çok tanındığı merkezi  şehirlerle sınırlı kalmıştır.

Sonuç olarak eski dinin tanrıları yeninin şeytanları  olacaktı. İsa’nın hayatı da Kudüs’ün güneyinde  son bulmuştu. Ölümü de kendi adıyla yeni bir  dinin doğduğunun habercisi oldu. Bu yeni din  büyüyüp genişlendiğine eninde sonunda  rakipleriyle de karşılaşması da kaçınılmazdı.  İşte halihazırda kendi tanrılarından memnun olan  halk birdenbire günahkar, kafir ve ‘tek  gerçek’ tanrının düşmanı haline gelmişti.  Paganizm ve Hristiyanlık çarpışmak zorunda  kaldı. Bu süreçte Pan da hristiyanlar  tarafından Paganizmin lideri ilan edildi ve  çok geçmeden de Hristiyan Şeytan haline  dönüştürüldü. Fakat tüm bunlar olmadan zaten  Pan’ın bir tanrı olduğunu da hatırlayalım.  Peki neydi bu gülüp eğlendiren tanrıyı  hristiyanların gözünde iğrenç kılan?  Neresindeydi bu şeytan? Akla ilk gelen Pan’ın  cinselliği oluyor. Öteden beri bir çok periyi  baştan çıkardığı biliniyordu. Echo, Pan’ın  peşinde sesten ibaret bir varlığa dönüştü.  Yüzüne bakmayan ay tanrıçası Selene’yi beyaz  koç derisi içerisinde ayartmıştı. Dionysus’un  bütün sarhoş maenadları ile beraber olmuştu.  Özellike ay tanrıçasını şekil değiştirerek  ayartması hristiyanların gözünde şeytanın  başka kılıklara girip baştan çıkarma  kabiliyeti olduğu inancına dönüştü. 185-214  arasında yaşamış peder Origen’in anlattığı  Şeytan ile Pan arasındaki benzerlikler oldukça  açıktır. Pan ruhun özgürlüğünü, doğal  güdüleri, günahsız aşkı temsil ediyordu.  Hristiyanlığın icatından evvel dünyanın  çeşitli yerlerinde kadınlar hala özgürdü, katı  ahlaki kurallarla ezilmemişti. Bu nedenle de  yeni din ulaştığında kadınlar günahkar olarak  tanımlandı. Hristiyanlığı yaratanlara göre  Pan’ın özellikleri olan ruhun özgürlüğü ve  doğaya karşı sevgi ancak Şeytan’ın işi  olabilirdi.

Pan ve kadınlar müttefikti,  arkadaştı, sevgiliydi. Utanma, suçluluk  duyguları yoktu. Suçluluk ilk dönem hristiyan  inancının köşe taşlarından biri olagelmişti.  Kadınlar sadece kadın olduklarından dolayı  suçluydu. Aziz Clement’in sözleri ile

“Her  kadın sadece kadın olduğu düşüncesinden dolayı  utanma duygusu ile bocalamalıydı.”

Paganların  ise suçluluk duygusu, utanması, bir günah  algısı yoktu. Böylece Pan suçun en iyi örneği,  günahın vücuda gelmiş hali ve insanın en büyük  zayıflığının yani seksin sembolü haline  getirildi. Açıkçası kendinden önceki tanrı ve  tanrıçalar gibi Pan da ya başka bir düşünce  ile kaynaştırılacak ya bastırılıp saklanacak  ya da özünden değiştirilecekti. Hristiyanlar  herhangi bir şeyi değiştiremeden Pan’ı kendi  alanlarına Şeytan olarak kabul etti. Pan yok  edilemedi çünkü çok sayıda insan tarafından  bilinip sevilmekte ve tapınılmaktaydı hala.  İnsanların aklından ve kalplerinden  sökülemedi, bu sebeple de yapabilecekleri tek  şey kötüleştirmekti ve böyle de oldu.  Hristiyanların bu eylemi her yerde  hissedilirken tepkiler de birbirinden  değişikti. Hristiyan tanrının Pan’ı öldürdüğü  bildirildi.

Pan’ın Ölümü

Yunan tarihçi Plutark, Pan’ın ölümü hakkında bize aşağıdakileri iletmiştir.


“Epitherses … Bir keresinde bana İtalya’ya  yaptığı bir seyahat için yük ve yolcu taşıyan  bir gemiye bindiğinden bahsetmişti. Ekinades  Adaları’na gelindiğinde neredeyse akşam  olmuştu, rüzgar dindi ve gemi Paxi’ye doğru  sürüklenmeye başladı. Neredeyse herkes  uyanıktı ve büyük çoğunluk henüz akşam  yemeğinden kalma şarabı bitirmemişti. Aniden  Paxi adasından bir sesin Thamus’a seslendiği  işitildi, herkes şaşkındı. Thamus Mısırlı bir  kaptandı, ve gemideki çoğu kişi tarafından  bile tanınmıyordu. İki kere seslendi ses, bir  yanıt alamadı. Üçünde de cevap verdi Thamus ve  seslenen sesini yükselterek aynen şunları  iletti, “Palodes’in karşısına geldiğinizde  duyurun, Yüce Pan öldü.” Bunu duyduklarında,  hepsi, dedi Epitherses, hayretler içindeydi ve  aralarında denileni yapıp yapmamanın  sonuçlarını tartışmaya başlamışlardı. Mevcut  koşullarda Thamus eğer bir meltem eşlik ederse  sessizce geçmeyi, ama eğer rüzgar olmaz ise  denileni yapmaya karar verdi. Böylece  Palodes’e geldiklerinde ne bir rüzgar ne de  bir dalga buldular. Thamus karaya bakarak  geminin kıç tarafından duyduğunu nasıl duydu  ise seslendi. “Yüce Pan öldü.” Daha  dediklerini bitirmeden içler acısı feryatlar  işitildi, bir kişiden değil, şaşkın haldeki  çokları aynı durumdaydı. Gemide çok kişi  bulunduğundan hikaye kısa zamanda Roma’ya  ulaştı ve Thamus imparator Tiberius tarafından  çağırıldı. Tiberius hikayenin doğruluğundan  sarayındaki bilginler aracılığı ile de emin  oldu.”

Hikayede göze çarpması gereken nokta Pan’ın  ölümünün İsa’nın ölümünden (ya da tarihteki  başka bir tanrının) daha fazla tanığı  olmasıdır.

Bu miti gerçekten ciddiye alan Plutark’ın  hayatı milattan sonra 45-125 yılları arasında  geçmişti. Bu da incil’in yazılma zamanına denk  düşmektedir. Pan’ın ölümüyle ilgili  spekülasyonlar Rönesans ve sonrasında da  süregitmişti. Rabelais Pan’ın İsa olduğunu  söylüyordu; Pan, herşey anlamına geliyordu ve  İsa insanlığın ‘herşey’i idi. Kimi de İsa ile  Pan’ın aynı rütbeden birbirine denk varlıklar  olduğunu ve birinin ölümünün diğerini de  etkileyeceğini düşünüyordu. Tüm bunlar bir  dönemin nasıl düşündüğünü özetliyordu. Büyük  çoğunluk için bu paganizmin sonunun  başlangıcıydı. Tüm bunlar Pan’ın aslında hiç  ölmediğini göstermektedir. Olsa olsa bu erken  dönem hristiyanlarının istek dolu  düşüncelerini oluşturmaktaydı. Pan’ın ölümü  ardından gelecek değişimin umutlu bekleyişiydi  aynı zamanda.

Büyük Pan öldü! Onlar için bu  herşeyin bitişiydi, sadece eski bir inancın  kaldırılıp atılması değildi bu. Kilise  rahipleri “yakında, çok yakında” diye  geçirirken içlerinden kendi tanrılarının şehri  hariç diğerlerinin yok olmasını hayal  ediyordu. Roma İmparatorluğu’nun dağılması ve  barbarların istilası bu duyguları sokuyordu  Aziz Augustine’in aklına.

Bu yıkım fikri bir yana, eski tanrılar ısrarlı  biçimde kendi mekanları olan ırmaklarda,  ağaçlarda ya da kayalarda yaşamak için  kiliseye direnmeye devam ediyorlardı. Bir  türlü sökülüp atılamıyorlardı. Peki kim olabilirdi hala bu tanrıların var  olduğunu iddia eden? Tabi ki kendisiyle  çelişmek durumunda kalan kilisenin kendisi.  Önce öldüklerini iddia edip, sonra ölmediler  diye gerçek doğalarını gizlemek adına bir  kılıf geçirmekti tanrılara yaptıkları. İşte bu kılıf geçirme hareketiyle kötüledikten  sonra Pan’ın doğası ve özellikleri tek tek  Şeytan figürüne yansıtılmaya başlandı. Pan  sadece bir kez değil defalarca ölmüştü  kiliseye göre, defalarca öldüğü iddia edildi  ama o her zaman hayatta kalmıştı. Kimse bir  anda hristiyanlaşmadı, çokları hristiyan  olmayı reddedip kendi tanrılarına tapınmayı  sürdürdü. Keltler Pan’ı oldukça andıran  boynuzlu bir tanrıya tapınmaya devam ettiler  örneğin ve kıtada daha çokları yunan-roma  tanrılarına tapıyordu. Gerçekte böyle bir  direniş olmasına rağmen tarihte insanların  toplu olarak din değiştirmesi ancak sadece  hükümdarlarının hristiyanlığı seçmesiyle  açıklanabilirdi. Yani halk aslında başka bir  dini yaşamaya devam etse de kanunen, kağıt  üzerinde insanlar hristiyan olarak  gösterilebilirdi. Bu o zamanlar için oldukça  tipik bir durumdu. Bütün bunlar boynuzlu  tanrının hristiyanlar için ciddi bir rakip  olduğunu göstermektedir. Hristiyanlar bu  nedenle pagan dinlerine inananları büyücüler  şeklinde damgaladı, tanrılarına şeytan adını  verdi ve tapınaklarını kiliseler haline  getirdi. Bu süreçte ölüm bir yana şeytanın  varlığı her zamankinden daha fazla hissedildi. 6. Papa Paul’ün kendi sözleriyle

“Bu karanlık  ve rahatsız edici varlığın gerçekten var  olduğunu ve hala haince planlar peşinde  olduğunu biliyoruz.”

Bu açıklama 1973  senesinde yapılmıştı. Bu geleneksel açıklama  aynı haliyle bugün de savunulmaktadır.

Kaynaklar:
http://www.netdoor.com/com/umcos/Pan&Hermes.html
http://vassun.vassar.edu/~jolott/old_courses/crosscurrents2001/blackathena/mythology.html
http://www.thanasis.com/pan.htm
http://www.bibliotecapleyades.net/dragons2/esp_sociopol_lordring01.htm
http://www.theendtimesobserver.org/archives/index.php?id=411
The Jesus legend kitap
http://www.whitedragon.org.uk/articles/pan.htm
http://www.tribwatch.com/hermes.htm
http://www.theoi.com/Georgikos/Pan.html
http://horoscopes.lovetoknow.com/Constellation_Capricorn
http://blogs.myspace.com/index.cfm?fuseaction=blog.view&friendID=84945367&blogID=232892479
http://www.arcane-archive.org/religion/satanism/an-overview-of-satanic-symbols-1.php
Body, Mind & Spirit kitap
Egyptian mythology: a guide to the gods, goddesses, and traditions of ancient egypt kitap
http://www.angelfire.com/empire/serpentis666/Goat.html

Leave a comment