Felsefe / Karma / Mistisizm

Hakikat İle Gerçeklik Arasındaki Ayrım – Krishnamurti & Bohm

Bizim yapmaya çalıştığımız şey kendi kalbimizdeki şarkıyı bulmak, başkasının şarkısını dinlemek değil. Birçok insan başkasının şarkısını dinlemeye alışmış, dolayısıyla kalpleri boş, her zaman da boş olacak, çünkü onlar kalplerini başkasının şarkısıyla dolduruyorlar. Sizin şarkınız değil, demek ki yalnızca bir gramofonsunuz. Psişik durumunuza göre plak değiştiriyorsunuz; müzisyen siz değilsiniz. Özellikle işlerin zor ve dertlerin ağır olduğu zamanlarda her birimiz müzisyen olmak zorundayız; şarkıyla kendimizi yeniden yaratmak zorundayız; bunun anlamı kalbi doldurmuş olduğu şeylerden özgürleştirmek ve boşaltmaktır. Dolaıyısıyla zihnin yarattıklarını anlamak ve bu yaratılanların hakiki olmadığnı görmek zorundayız. O zaman kalbimizi bu yaratılanlarla doldurmayız. Kalp boş olduğu -külllerle dolu olmadığı- zaman zihin sessizdir, o zaman yok edilemez ve çarpıtılamaz bir şarkı vardır, çünkü zihnin ürünü değildir.

Krishnamurti; Hakikat ile gerçeklik arasındaki ayrımı bulmak istiyoruz. Düşüncenin mantıklı ve mantıksız olarak düşündüğü her şeyin gerçeklik olduğunu söyledik. Çarpıtılmış veya açık seçik uslamlanmış olabilir, yine de gerçekliktir. Benim söylediğim , bu gerçekliğin hakikatle hiç bir ilgisinin olmadığı.

David Bohm; Evet, ama, bunun yanında gerçekliğin salt düşünceden daha çoğunu kapsadığını söylemeliyiz. Edimsellik sorunu da var. Şey, edimsel midir? Şeyin varoluşu edimsel bir olgu mudur? Sözlüğe göre, olgu, edimsel olarak yapılan, olan, algılanan anlamına geliyor.

K; Evet, olguyla ne demek istediğimizi anlamamamız gerek.

DB: Olgu, edimsel olarak gerçekleşen eylemdir. Diyelim ki, karanlık bir yolda yürüyorsunuz ve bir şey gördüğünüzü sanıyorsunuz. Gerçek olabilir, olmayabilir. Bir an gerçek olduğunu, hemen sonra gerçek olmadığını duyumsuyorsunuz. Ama sonra birdenbire ona dokunuyorsunuz ve o sizin hareketinize dreniyor. Bu edimle temas kurduğunuz şeyin gerçek olduğu o anda açığa çıkıyor. Ama böyle bir temas olmasa, onun gerçek olmadığını, belki de bir yanılsama ya da en azından yanlışlıkla gerçek sanılan bir şey olduğunu söylersiniz.

K; Ama elbette, o şey yine dedüşüncenin düşündüğü bir gerçekliktir. Ama gerçekliğin hakikatle bir ilgisi yoktur.

DB;Ama, şimdi gelin, “şey”i tartışmaya devam edelim. İngilizce thing(şey) sözcüğünün kökü koşullandırmak, koşullar koymak ya da belirlemek anlamına gelen Almanca bedingen sözcüğüyle temelde aynıdır. Gerçekten de bir “şey”in zorunlu olarak koşullanöış olduğunu kabul etmeliyiz.

K; Koşullanmıştır, evet, bunu kabul edelim.

DB; Bu bir kilit nokta. Gerçekliğin her biçimi koşullanmıştır. Dolayısıyla, yanılsama yine de koşullanmış gerçekliğin bir biçimidir. Örneğin, dengeli bir halde olmadığı için, bir insanın kanının, farklı bir yapısı olabilir. Çarpıtır, çok heyecanlı olabilir ve bu nedenle yanılsamaya düşebilir. Dolayısıyla, her şey koşullarla belirlenir ve aynı zamanda başka şeyleri koşullandırır.

K; Evet.

DB;Her şey karşılıklı koşullandırma anlamında birbiriyle bağlantılıdır ve biz buna etki deriz. Fizikte bu çok açıktır. Bütün gezegenler birbirini etkiler, bütün atomlar da birbirlerini etkiler. Benim önerim şu; belki düşünce ve bilinci, bu bütünsel etki zincirinin parçası olarak ele alabiliriz.

K; Çok doğru.

DB; Dolayısıyla her şey bilinci etkileyebilir, bilinç de bunun karşılığında şeylerin biçimini etkiler, tıpkı bizim nesneler yaptığımız gibi. Öyleyse, bütün bunların gerçeklik olduğunu, düşüncenin de bu nedenle gerçek olduğunu söyleyebiliriz.

K; Düşünce gerçektir.

DB; Ve gerçekliğin bir bölümü, gerçekliğin diğer bir bölümünü etkiler.

K; Aynı zamanda yanılsamanın bir bölümü de yanılsamanın diğer bir bölümünü etkiler.

DB; Evet, ama şimdi dikkatli olmalıyız. çünkü insan yapımı olmayan, insanoğlunun tarafından oluşturulmamış bir gerçekliğin olduğunu da söyleyebiliriz. Ama, o da yine sınırlıdır. Örneğin, bizim gördüğümüz kadarıyla evren, deneyimlerimizden etkilenir, bu nedenle sınırlıdır.

K; Doğru.

DB; Gördüğümüz her şeyi deneyimlerimiz, arkatasarımız yoluyla görüyoruz. Dolayısıyla gerçekliğin insandan tam anlamıyla bağımsız olması olanaksız.

K; Olamaz.

DB; Göreli bağımsız olabilir. Ağaç göreli bağımsız gerçekliktir, ama bilincimiz onu soyutlar.

K; İnsanın gerçekliğinin etki ve koşullanmanın sonucu olduğunu mu söylüyorsunuz?

DB; Evet, karşılıklı etki ve tepki.

K; İnsanın yanılsamaları da kendi ürünüdür.

DB; Evet, hepsi birbirine karışmış durumdadır.

K; Peki, aklı başında, mantıklı, sağlıklı, bütünsel bir insanın gerçeklik ve hakikatle ilişkisi nedir?

DB; Evet, bunun üzerine düşünmeliyiz, ama önce bu hakikat sorusuna bakabiliriz. Sözcük türevlerinin genellikle yararlı olduğunu düşünüyorum. True sözcüğünün latince karşılığı verus, “olan” anlamına gelir, tıpkı ingilizce was ve were ya da Almanca wahr sözcükleri gibi. Şimdi ingilizce true sözcüğünün kök anlamı dürüst ve saduktır; sık sık bir çizginin doğruluğundan ya da makinanın doğru işlediğinden söz ederiz.

K; Evet.

DB; Şimdi, eğer insan aklı başında ve sağlıklıysa, düşünce ya da bilinç dosdoğru deviniyorsa, “olan” a sadık olduğunu söyleyebiliriz. Yoksa, yapaydır, güvenilmezdir. Dolayısıyla, bilincin yapaylığı yalnızca yanlış bilgi değildir, hem de gerçeklik olarak çarpık bir biçimde devinmektedir.

K; Dolayısıyla, insan aklı başında, sağlıklı, bütünsel, mantıklı olduğu sürece ipinin de, çizgisinin de doğru olduğunu söylüyorsunuz.

DB; Evet, bilinç doğru bir çizgide devinir. Bu nedenle gerçekliği….

K;… çizgisi çarpıtılmış olan, mantıksız, sinirsel yapıda birinin gerçekliğinden farklıdır.

DB; Çok farklı. Belki, ikinci söylediğiniz deli bile olabilir. Deli insanların ne kadar farklı olduklarını görebiliriz- kimi zaman aynı gerçekliği bile göremezler.

K; Peki aklı başında, sağlıklı, bütünsel, kutsal insanın hakikatle ilişkisi nedir?

DB; Eğer, sözcüğün anlamını kabul ederseniz, hakikatın “olan” a sadık olmak kadar “olan” olduğunu da söylerseniz, bu insanın bütün olduğunu da söylemelisiniz.

K; Peki, aklı başında, bütünsel bir insanın hakikat olduğunu söylermisiniz?

DB; Hakikattir, evet.

K; Böyle bir insan hakikattir. Gerçeklik olan kimi şeyleri düşünebilir, ama kendisi hakikattir. Usdışı birşey düşünemez.

DB; Tam bunu söylemek istemedim, yanlış yapabileceğini söylemek istedim.

K; Kuşkusuz.

DB; Ama, yanlışı sürdürmez. Başka bir deyişle, yanlış yapan ve yanlışı kabul eden kişi onu değiştirir.

K; Evet, çok doğru.

DB; Ama, soruya geri dönmeliyiz; Hakikat herhangi bir belirli insanın ötesine gider mi? Diğer insanları da, doğayı da kapsar mı?

K;Bütün bunları kapsar.

DB; Evet, öyleyse hakikat birdir. Ama gerçeklik alanında çok farklı şeyler vardır. Her bir şey koşulludur, gerçekliğin tüm alanı koşulludur. Ama açıkça söylersek, hakikatın kendisi koşullu ve şeylere bağlı olamaz.

K; O zaman hakikat olan insanın gerçeklikle ilişkisi nedir?

DB; O her şeyi görür ve bunu yaparken gerçekliği kavrar. Kavaramak sözcüğünün anlamı hepsini birarada tutmaktır.

K; Gerçekliği ayırmaz. “Onu kavrıyorum, tutuyorum, görüyorum” der.

DB; Evet, kendisi ve her şey, hepsi bir gerçeklik alanıdır. Ama bu alanın içinde koşullanmış şeyler de vardır ve o koşulları kavrar.

K; Koşullanmayı kavradığı için koşullardan özgürdür.

DB; Öyleyse, düşünce üzerine temellendiği için, bütün bilgimizin, edimsel olarak koşullanmış bu gerçeklik alanının bir parçası olduğu çok net görülüyor.

K; Başka bir soru. Bilim adamı olduğumu varsayın; her tür koşullanmış ve koşullayıcı bilgiyle doluyum. Bir arada tutmak anlamında hakikatı nasıl kavrarım.

DB; Hakikati kavrayabileceğinizi sanmıyorum.

K; Bütün yaşamım boyunca çalıştım, yaşamımı bilgiye, yani gerçekliğe adadım, diyelim.

DB; Evet, hem de büyük bir gerçeklik.

K; Karşıma gelip

“Hakikat başka bir yerde, bu hakikat değil”

dediğinizi varsayalım. Sizi kabul ederim, çünkü onu bana gösterirsiniz, sonra

“lütfen bana buradan oraya gitmem için yardım edin”

derim. Çünkü, onu bir kere yakalarsam kavrarım. Eğer burada yaşayacak olursam kavrayışım her zaman parçalanmış kalır. Dolayısıyla, bilgim bana şunu söyler;

“Bu gerçeklik,ama hakikat değil”.

Ve sizin gelip bana

“Hayır, hakikat değil”

dediğinizi varsayalım. Ben de sorarım;

“Lütfen, bana buradan oraya nasıl gideceğimi söylermisin?”

DB; Gidemeyeceğimizi söylemiştik…

K; Kısaca ortaya koyuyorum. Ne yapmam gerekir?

DB; Bu bilginin bütün yapısı kesinlikle yanlıştır, çünkü gerçekliğim çarpıktır, bence bunu görmem gerekir.

K; Bilincimin içeriğinin bilgi olduğunu mu söylüyorsunuz?

DB; Evet.

K; Bu bilinci nasıl boşaltabilir, ama yine çarpıtılmamış bilgiyi nasıl tutabilirim-yoksa iş göremem- ve gerçekliği kavrayabileceğim bir hale, yada her neyse ona, nasıl ulaşabilirim? Bilemiyorum, yeterince açık mı?

DB; Evet.

K; Sorum şu; İnsan bilincim onun içeriğinden oluşur ve bu da bilgidir; bilinç birazı mantıksız birazı doğru bir bilgiler yığınıdır. Bu bilinç hakikati kavrayabilir mi ya da kendinde ortaya çıkarabilir mi?

DB; Hayır, bunu yapamaz.

K; Dolayısıyla, bu bilinç hakikate gidebilir mi? Gidemez. Peki ne?

DB; Bu bilinçte yanlışın algısı olabilir. Bu bilinç yanlıştır, bir başka deyişle doğru işlemez. Karışmış içeriğinden dolayı doğru işlemez.

K; Bu tutarsız.

DB; Her şeyi karıştırıyor.

K; Hayır “karıştırmıyor”; kendisi karmakarışık.

DB; Evet, devindiği biçimiyle karmakarışık. Öyleyse bu karışıklığın ana noktalarından biri şu ki, bilinç kendi üzerine yansıdığında, yansımanın bir özelliği vardır; Sanki bir ayna var ve bilinç ayna yoluyla kendine bakıyor gibi; ayna bilinci yansıtıyor, ama yansıttığı bilinç değil de bağımsız bir gerçeklikmiş gibi.

K; Evet.

DB; Bu nedenle bilincin edimi yanlıştır, çünkü bilinç sözde bağımsız gerçekliği geliştirmeye çalışır, oysa gerçekte bunu yapmak yalnızca işi karıştırmaktır. Şöyle söyleyeyim; Bilincin bütünü, her nasılsa, daha derin bir enerjiyle bağlantısı olan bir alettir. Bilinç bu biçimde bağlı olduğu sürece yanlış edim halini sürdürür.

K;Evet.

DB; Dolayısıyla, bilincin kendini bağımsız düşünce olarak yansıttığını görüyoruz, bu durumda gerekli olan, her nasıl olacaksa, bilincin enerjisini kesmektir. Bilincin bütününün bağlantısı kesilmeli, böylece adeta enerjiden yoksun yatıp kalsın.

K; Onu beslemeyin diyorsunuz. Bilincim karışık, karmaşa içinde, çelişik ve buna benzer şeyler var. Enerjisini bu çelişkiden, bu karışıklıktan alıyor.

DB; Enerjinin aslında bilinçten geldiğini söylemezdim, ama enerji geldiği sürece, bilinç karışıklık içinde kalmaya devam eder.

K; Enerji nereden gelir?

DB; Belki daha derin bir şeyden geldiğini söylememiz gerek.

K; Eğer enerji daha derin bir şeyden geliyorsa, o zaman tanrıların ve dışsal araçların alanına girmiş oluruz.

DB; Hayır, enerjinin dışsal bir araçtan geldiğini söylemek istemedim. Bir anlamda enerjinin “ben” den geldiğini söylemeyi yeğlerim.

K; Öyleyse, “ben” bu bilinç mi?

DB; Evet.

K; Dolayısıyla, içerik kendi enerjisini yaratıyor. Bunu mu söylemek istiyorsunuz?

DB; Bir anlamda evet, ama sorun şu ki içeriğin kendi enerjisini yaratması olanaksız gibi gözüküyor. İçerik kendi enerjisini yaratmaya yetkindir demiş oluyoruz.

K; Gerçekten de içerik kendi enerjisini yaratır. Bakın çelişki içinde olduğumda bu çelişki bana canlılık verir. Karşıt arzularım vardır. Karşıt arzularım varsa, enerjim de vardır, savaşırım. Dolayısıyla enerjiyi bu arzu yaratır- Tanrı ya da daha derin bir şey değil. Bu çok sık oynanan bir oyun. Dışarıda bir aracı, derin bir enerji olduğunu söylüyorlar- ama sonra yine eski alan geri dönüyoruz. Çelişkinin, arzunun, istencin, haz arayışının neden olduğu enerjinin bilincimin içeriği olduğunu anlıyorum; başka bir deyişle, bilinç kendi enerjisini yaratır. Gerçeklik bu; gerçeklik kendi enerjisini yaratır.

“Enerjimi derinlerden alıyorum”

diyebilirim, ama o yine de gerçekliktir.

DB; Evet, bunu kabul ettiğimizi varsayalım, ama asıl nokta bunun hakikatini görmek…

K;…Benim de ulaşmak istediğim şey bu. Bu enerji hakikatin enerjisinden farklı mıdır?

DB;Evet.

K; Farklıdır.

DB; Ama gelin, bunu şöyle ortaya koyalım; gerçekliğin çeşitli düzeylerde enerjisi olabilir.

K; Evet.

DB; Ama enerjinin belirli bir bölümü doğru çizgiden ayrılmıştır. Beynin bütün düşünce süreçlerini enerjiyle beslediğini varsayalım. Eğer, beyin karmaşa içindeki düşünce sürecini enerjiyle bir biçimde beslemeseydi, söz konusu şey düzelebilirdi.

K;İşte bu. Eğer bu enerji doğru bir çizgi üzerinde gidiyorsa, çelişkinin olmadığı bir gerçeklik durumunda demektir. Sonsuz bir enerjidir, çünkü sürtüşme yoktur. Peki bu enerji hakikatin enerjisinden farklı mıdır?

DB; Evet, farklıdır. Dha önce de tartıştığımız gibi daha derin, ortak bir kaynak olmalı.

K; Emin değilim. Her ikisinin de aynı kökten çıktığını ileri sürüyorsunuz.

DB; Evet, ama şu an için gerçekliği kavrayabilen hakikatin enerjisi var.

K; Tersi olamaz.

DB; Hayır, olamaz; ama sanki arada bir bağlantı var, hakikat gerçekliği kavrayınca, gerçeklik dosdoğru gidiyor. Yani sanki en azından bir biçimde bağlantı var.

K; Evet doğru, tek yönlü bir bağlantı var-hakikat onu sever, o hakikati sevmez.

DB; Ama bağlantı bir kere kurulursa, gerçeklik doğru bir biçimde işler, enerji harcamaz ya da karmaşa yaratmaz.

?…

♣♣♣♣♣♣♣♣♣

İnsanlığın Geleceği, 1983 yılında Brockwood Park, İngiltere’de gerçekleştirilen J.Krishnamurti ve David Bohm arasındaki bir diyalogdur.

[stextbox id=”grey”]Krishnamurti & David Bohm
The Future of Humanity (İnsanlığın Geleceği)
Türkçeye Uyarlanan: Zamanın Sonu adlı yapıtından…[/stextbox]

Leave a comment